İnsanın canı, neresi ağrıyorsa oradaymış...Neresi sancılıysa aklı da kalbi de o sancılı yerinde döner dururmuş. Hele canı acıyan kendimiz değil de meleğimizse işte o zaman HAYAT onun acısı geçene kadar dururmuş!
Henüz 14 haftalıktı cinsiyetini öğrendik bizim kuzucuğun. Şaşkın gözlerden, sorulardan, mutluluktan, heyecandan sıyrılınca hemen eşi dostu arayıp güzel haberi verdik. Daha dün gibi aklımda anneannemin ilk duası: hayırlı sünnetlikler, askerlikler, damatlıklar olsun...O zaman dank etti, "eee sünneti ne zaman ve nasıl yapacağız?" Adetlere bağlı kalarak yapılması zorunlu birşey değil belki ama sağlık açısından bakınca olaya "ya yaptırmazsak da ilerde bir sorun olursa" düşüncesi bile bu olayı "zorunlu" hale getiriyor ne yazık ki...
Çok araştırdık, okuduk, erken ve geç yapanlarla sohbet ettik. Hamileyken daha karar verdik; "bir doğsun hemen yaptırırız". Ben "lohusalık bitiminde gidelim" dedim; biriciğim Murat'ım bu konuda benden daha hassastı, "biraz geçsin" dedi. Ailelerimiz "daha küçükken nasıl oluyormuş ki" diye sordular. En iyisi doğumu beklemekti.
Ve meleğim doğdu, kokladım, öptüm; sünneti düşündüm; "daha var" dedim...1 haftalık oldu, daha da sevdim; "sünnet için erken, hele ben tamamen toparlanayım" dedim...Lohusalığım, koskoca 40 gün bitti; çok alıştım; "daha küçücük az daha büyüsün" dedim...Yılbaşı geldi, geçen hafta 3. ayımızı doldurduk ve bir baktım ki "daha dursun" lafıyla beklediğim ve beklettiğim her saniye her geçen an onu daha çok seviyorum, ona daha çok alışıyorum. Öğrendim ki bunun sonu yok, sevgimin ucu bucağı yok. Her geçen gün onu bir önceki günden daha çok seviyorum. Kuzum her gün biraz daha büyüyor ama bir sonraki güne göre hep "daha küçük" diyorum. O zaman farkettik korkmayıp, biraz güçlü olup bir karar vermemiz gerektiğine ve verdik.
Üniversiteden samimiyetine çok inandığım ve titizliğine de çok güvendiğim bir arkadaşımın ve de doğumumu yapan doktorumun önerdiği çocuk doktorunun tavsiyesi üzerine İzmir'de Karşıyaka'da bir çocuk cerrahisine gittik. Randevu aldığımız doktorun ismi: Cengiz GİDENER. Muayenehanesinin temizliğiyle, çalışanlarının ve kendisinin güleryüzüyle, çalışmadaki titizliğiyle gerçekten insanların neden tavsiye ettiğini daha iyi anladık.
Tabii gidene kadar nasıl kendimi yiyip bitirdim, "acaba doğru karar verdik mi, konuşmasını mı bekleseydik bize derdini söyleyebilsin" diye nasıl sorguladım, "belki doktor görünce sünnet olmasına gerek yok der" diyip nasıl kendimi avuttum, "muayenehanesi pis ise hemen döneriz" diyip nasıl kendimi kandırdım hiç anlatmayım...
İlk önce bizi çalışanları karşılayıp hemen emzirme odasına aldılar. Demir'in altını değiştirdik ve uyuşturucu "Emla" kremini sürdüler. Üzerini streç film ile kapatıp bizi doktorun odasına aldılar. Cengiz Bey kendinden çok emin bir ses ve vücut diliyle bize baştan sona tüm işlemi ve sonrasını detaylarıyla bilgisayarda hazırladığı bir sunu eşliğinde anlattı. Tabii cümlesine şöyle başladı: "anne olarak içeri giriyorsunuz, seçme şansınız yok; baba isterse girmeyebilir". Erken gitmemizin avantajlarını anlattı. Ben görmeye nasıl dayanacağımı düşünürken araya paravan çekileceğini, benim sadece Demir'i oyalamam gerektiğini, zaten işlemin 15-20 dakika süreceğini söyledi ve ekledi: "bebeğin iletişimi en iyi anneyledir yalnız annenin tedirginliğini hemen hisseder, rahat olun ki o da rahatlasın".
Sunum sonrası kısa bir emzirmenin ardından işlem odasına alındık.
Kuzumun 3. ayını tamamlamaya 1 haftası kalmasına rağmen, hala uykuyu pek sevmemesi, bazen gece bazen gündüz uyku aralarında ağlaması ve uykuya dalışındaki zorluklar sebebiyle biraz araştırma yaptık. Malum minicik bir kuzuya uykuya dalması için koyun da saydıramazsınız :)
Minik meleğim,
Hayatımda "dursun, geçmesin zaman" dediğim anlar çok oldu. Bunlar en mutlu, en keyifli olduğum zamanlardı ve inan bu zamanlar temennilere inat ışık hızıyla geçip giderler. Ama şimdi ben gerçekten tutamıyorum zamanı. Öyle hızlı akıp gidiyor ki, düşün ne kadar mutlu olduğumu...
Her gün birbirinden farklı, birbirinden güzel senle. Ben seninle öğreniyorum ilk defa bir bebeğin, bir insanın doğumdan itibaren tüm gelişim aşamalarını tek tek. Bir günün diğer bir gününü tutmuyor biliyor musun? Şöyle anlatayım;
Artık çıkardığın sesler çok farklılaştı. "aguuu, auuuuu, guuuu" seslerinden daha geniş "auuuuuu"lara terfi ettin (evet kuzum benim için bu bir gelişme, lütfen gülme). Çıkardığın bu sesli harflere artık çığlıklar eşlik etmeye başladı. Yani öyle bir sesin var ki, resmen kaz gibi ağlıyor, kız gibi çığlık atıyorsun kurabiyem :) Bu seslere karşılık vermemem mümkün değil çünkü benimle konuşuyorsun. Zaten karşılık vermeyince kızıyorsun. Allahtan benim çenem düşük ve senle konuşmaya bayılıyorum. Ana kucağında dururken bu konuşmaların başlıyor ve her bir sesle farklı şeyler anlattığını biliyor musun artık? "Anne beni kucağına al, gezelim" çığlığınla, "uykum geldi, çok huysuzum" çığlığın, "meme istiyorum, seni özledim" sesinle "kaka yaptım ve yapıştılar, rahatsızım" sesin o kadar farklı ki...Bu sesleri geçtim sen bir de yüz ifadeni görsen! Hayatıma sen girdikten sonra aynı anda her 2 elimle farklı işler yapmayı bırak, ayaklarımı, burnumu, dirseğimi, ağzımı ve popomu bile işlerimi görmek için kullanmayı öğrensem de her an fotoğraf makinesini elime alamıyorum o anları resmetmek için. Bazen hiç affetmiyorum "şaaaak" diye çekiyorum yakaladığımda, örneğin;
![]() |
Zorundan ıkınma ;) |
![]() |
İş bittikten sonra rahatlama ;) |
Kızma bana sakın ilerde ;) Çoook tatlısın çok, balım benim!
Bu sene yılbaşı kutlaması için Muratımla ilk defa sadece kendimizi değil, bir de miniğimizi düşünerek plan yaptık. E 2.5 aylık bir bebekle dışarıda bir yeni yıl kutlamasına katılamıyorsunuz. Gecesi-gündüzü belli olmadığından ve günü gününü tutmadığından arkadaşlarla evde yapılan partileri de atladık. Malum bu sene tayinci olduğumuzdan ve İzmir'de son yılbaşımız olabilir diye; bir de Demir'in ilk yeni yıl kutlaması diye yılbaşını anne ve babalarımızla evimizde geçirmeye karar verdik.
![]() |
Minik kurabiyem |
Geçen sene yılbaşında Ankara'dan çok eski bir arkadaşımın bebeğinin resmini görmüştüm.